BİZANSELİ VANELİ

90’lı yıllarda bırakmıştım Diyarbakır’ı ve Bizanseli ismini verdiğim İstanbul’da geçti üniversite yıllarım. Şimdilerde çok sık gittiğim Bizanseli, 90’larda bıraktığım İstanbul değil ama şu üç günlük dünyada üç günlüğüne gittiğim Vaneli, yani Van’da 90’larda bıraktığım Diyarbakır’ı bulmak ve görmek hem anlamlı hem güzeldi.

Terör, ölümler, depremler, yıkımlar, acılar ve büyümek, gelişmek, değişmek dedikleri olgular bazı kentleri öldürür; bazılarını ise yaşatır. Herşeye rağmen yaşamak dedikleri bu olsa gerek.

Gelişmek de büyümek de ölümler de Bizanseli’ni bildiğimiz, sevdiğimiz ve özlediğimiz İstanbul olmaktan çıkarmış; İstanbul, ruhunu ve kendini yitirmiş bir Bizanseli olmuş yıllardır. İstanbul nicedir ölümlerin ve ölülerin yaşadığını zannettiği şehirdir. Ölüler şehri. Yaşamaktan yana anlamsız bir şehir. Yaşadığını sanıp da hareket edebilenlerin ise üç günlük tatillerde bile ülkemizin güneyine akın edip de yolları da İstanbul’a çevirdiğini gördük bu tatilde. İstanbul ahalisi bir de şikayet ediyor trafikten: Avrupa’da böyle değil imiş. Sanki kendisi değil trafiği bu hale getiren. Haller içinde hal beğen kardeşim. Nefes aldığını zanneden ölülerin yollardan ve trafikten şikayetini dinlemek de varmış.

Vaneli’nde adım başı çayevi. İnsanlar gün gece çay içiyor, oturuyor, sohbet ediyor, çalışıyor; kısacası nefes alıyor. Yaşamaları da didinmeleri de gerçek. Bizanseli ahalisi gibi sahte ve sözde değil yaşamaları. Türkçenin en güzel ve en doğru kullanıldığı bir şehirde üç gün yaşadım. Diyarbakır’da bıraktığım çay bahçelerini Vaneli’nde buldum. Türkülerin ve insanların hayat bulduğu çay bahçeleri, orada, Van’da bizimleydi. Cafe değil çayevi, arzuhalci değil dilekçeci. Duvar yazılarında okuduğumuz ise hayatın ve ülkemizin sesleri: “Savaşa hayır, savaşa oha, savaşa çüş!..”, “Uçurtmam tellere takıldı anne…”, Kavuşmalarımız ağır aksak, ayrılıklarımız koşar adım…”, “ Bozar mı sandın acılar?..”, Eksik olmayın dedik, fazla olmaya başladınız… “Müzik değil acılardır evrensel olan…” ”Seni sevmesine severim de toplum buna hazır değil, hele Xaçort (Van'da olaylı bir mahalle) hiç değil…”

Dedim ya; ölümlerin, yıkımların, gelişme dedikleri ne varsaların yaşattığı şehirler de var, yok ettiği şehirler de. Vaneli ayakta kalmış, depremlere ve ölümlere inat. Bizanseli ise yok olmuş; ölümlere ve yok etmelere arkadaş.

İnsan denen varlığın nefes alması için temel koşul: Nefes alınacak ortam. Nefes almaktan yana Bizanseli, bir krematoryumdan farksız. Yakılmayı bekleyen ve bu beklemelerin bile farkında olmayan ölülerin bekleme odası:İstanbul.

Gitmesek de görmesek de o köy bizim köyümüzdür türküsünü ağzımıza dolamak kolay iş. Gidip görmek lazım be kardeşim. Van da bizim Diyarbakır da. Ermeni keşişinin kızı Tamara’nın ve ona aşık çobanın topraklarında ve üç günlük dünyada üç günlük nefes almanın mekanı Akdamar (Ah Tamara) Adası’nda, kargaların, martıların ve Van Denizi’nin okuduğu şiirde nefes almanın güzelliği de bizim.

“bırak öldürsünler beni, bırak yok saysınlar
unutsunlar senin ismini... Tamara...
aşk adadadır artık, aşkın adada...”

Arama Yap
X