Nicedir paketlenmiş bir hayatı yaşıyoruz.

            Paket proğramlar yapan kurslarda bir şeyler öğreniyoruz. Paket bakımlar yaptırıyoruz sahip olduğumuz ev araba beyaz eşya ne varsa. Paket olsun diyoruz, kimden ne istiyorsak. Hazıra, hazır edilmişe, mevcuda ve eldekine teşne yaşıyoruz. Ne sözlerimizde ne de ettiklerimizde emek ve zor var. Emeği ve zoru gördüğümüz yerde, mevcuda ve hazıra kaçıyoruz.

            Hareket sıfır, oturup durmak ve paketlenmiş bir hayatı yaşamak ise on numara beş yıldız.

            Yıllardır kentlerin uyguladığı projeler bile paket projeler. Birilerinin bir masa üstünde kurup allayıp pulladığı maket yollar maket binalar maket parklar maket paketler, önümüze ve günümüze proje olarak sunuluyor. Görüyor, kabul ediyor ve alıyoruz. Ev diye sundukları dört duvarın adı, paketin üstüne bakarsanız akıllı ve lüks ev. Eğitim diye yaptıkları işe bakarsanız, iki üç test kitabı ve bolca etüt.

            Hiçbir işin ve düşüncenin içinde emek ve ter ve yorgunluk yok artık. Ve belki de buna duygular da dahil. Şair İsmet Özel’in dediği gibi belki de günümüz:

“Duygular paketlenmiş, tecime elverişli
gövdede gökyüzünü kışkırtan şiir sahtedir
gazeteler tutuklamış dünya kelimesini
o dünyadan, o şiirden öcalmalı demektir.”

            Hayatımızda zorun ve inanmanın yeri kalmamış. İşin kolayına kaçmanın adı ise, akıllı davranmak oluvermiş. “Kafanı kullan oğlum” diyen birinin muhatabına gerçekten kafasını değil kolaylığı ve kurnazlığı kullanmasını söylediği günlerin içindeyiz. Neydi o 80’li yılların meşhur sözü? “İşi bilecen işe gitmeyecen…” Günümüz insanının ise düşünmekten ve emek vermekten yana, bol çene yapmayı saymazsak, bir şey yaptığı yok. Zora ve mecbura yokuz ama nerede kolayı ve olanı varsa, kaçıp gidiyoruz.

            Paketlenmiş yiyecekler, servisler, eğitim-öğretimler, projelerin ardından paketlere sarmalanmış duygular ve düşüncelerin insanı olduk. Toplantıların, faturaların, davetlerin, yemeklerin, saatlerin ve aynı günü binlerce defa yaşamaların insanı olduk. Her gün aynı güne uyanıyoruz aslında. Sadece hava biraz soğuk ya da sıcak oluyor. Mevsimler ve zaman gelip geçiyor üstümüzden ama biz yerimizde sayıyoruz. Olduğumuz yerde. Doğduğu yerde olduğunu ve öleceğini sanan varlıklarız. Ya da ölümü dilimize pelesenk eden ama ölümü bilmeyen ölümlüleriz. Terörün, trafiğin, cinayetin, uyuşturucunun, göçmen ticaretinin elimizden alıp gittiği insanların ölüm haberleri bile medyada bir iki dakikalık paket haberler olarak sunuluyor bize. Bakıyor, görüyor, izliyor ve geçiyoruz. Olay mahallinden uzaklaşan suçlular gibi. Suçlusu da biziz biraz da ölümlerin… O yüzden kaçıyoruz, belki ve biraz.

            Bir memleket türküsünün özlemi bile içimizi yakmıyor artık. Ne bir şiir, ne bir şarkı ya da türkü, içimize dokunmuyor artık. Hayatın bir yerlerinde, güzel ve zor olandan kaçarak nefes alıyor, dolanıyoruz. Gesi Bağları’nda dolanan garibin halinden çok uzaktayız.

            “ Ölüm varsa bu dünyada zulüm var,

            Atma garip anam beni dağlar ardına.

            Kimseler yanmasın anam yansın derdime…”

            Burada mı yersiniz, yoksa paket mi olsun hayatınız?..

 
Arama Yap
X